ÇİLEK VE MUZ

Çocuklar bayılıyorlar çilek kılığında insan görmeye. Şu an sadece yüzüm dışarıda, onu da kırmızıya boyadım. Eğer AVM içinde olmasaydım, bu iş bu sıcakta çekilmezdi. Kostümün ağırlığı yetmezmiş gibi bazen külodum popomun arasına kaçıyor. Hele işemek başlı başına mesele. Ama yine de insanın bir işinin olması ve bu işin sonunda çocukların yüzünün gülmesinden daha değerli ne olabilir? Stantta yalnız değilim. Bir de muz adam var. Benim sevgilim. Burada tanıştık, benden iki yaş küçük fakat sorun etmiyor. Belki beni sıklıkla kostümlü olarak gördüğündendir. Sorsan böylesi daha iyiymiş, iç güzelliğimle sevmiş beni. Evlilik programlarında paravan açılmadan önceki halimi beğenmiş yani. Hahaha...

Bazen kavga ediyoruz. O zaman sarı olan her şeyden, güneşten, muzdan, ışıklardan hepsinden ama hepsinden nefret ediyorum. Dün bir kurabiye kız geldi mesela. Hayır broşür dağıtacak, koskoca etkinlik alanında gidip gidip benim muzun yanına dikiliyor. Gidip sarılamıyorum da benimkine. Sakız reklamı gibi olacağız iyice. Zaten biz eşantiyon dondurma dağıttıkça, yöneticimiz – havalı olsun diye süpervizör diyorlar – boyuna fotoğrafımızı çekiyor. Etkinliği belgeleyip müşterimize göstermek içinmiş. O yüzden daha da mesafeli duruyorum muz adama karşı. Zaten mesafesiz olmasam kaç yazar. Gün boyunca ona dokunsam da pamuktan ve elyaftan başka bir şey hissedemiyorum.

Aslında iyi çocuktur, çok komiktir muz adam. Bir esprileri var, şu an aklıma gelmiyor, yerlere yatarsınız gülmekten. Aha işte kurabiye kız da öyle yapıyor. Ağzı ayrılacak gülerken. Koparacağım o kollarından sarkan çikolata parçalarını, görecek kahkaha atmayı.

Çok insan canlısı, muzun etrafında sürekli insan var. Hep bu yüzden tartışıyoruz. Yani hep dediysem iki haftadır çıkıyoruz zaten, onun da en az dört gününde trip atmışımdır.

Bugün de somurttum, hiç yaklaşmadım ona. Yanıma bir çocuk geldi, "Abla, Çiyek Abla bunu sana yandan gönderdiler,” dedi. Aa bi baktım, muzlu dondurma, yanında da AVM saksısından koparılmış bir papatya. Şöyle bir kafamı çevirdim, yan gözle baktım bizim muza. O baktığımı görmedi.

"İyi de benim kollarım birleşmiyor. Ben bu kostümleyken bir şey yiyemem ki,” dedim ufaklığa. Dondurma benim çiyek abla, abi verdi. Çiçek senin,” diye cevap verdi kerata.

Çocuğun kafasını okşadım. Ağzım yayık ayranı gibi iki yana yayıldı ama belli etmedim muza. Zira kafamı da sıkıyor kostüm, öyle hunharca gülemiyorsun.

Kurabiye kızı aradım. Ortalıkta yoktu. İki dakika önce buradaydı halbuki, ona göstere göstere gitsem iyi olurdu bizimkinin yanına. Hiçbir şey olmamış gibi yanaştım muza.

"Bitti mi dondurmalar?”

"Az kaldı, öğlene takviye getirirler. Çiçeği senin için kopardım.”

"Keşke yerinde dursaydı.”

"Sen kalbimin çiçeğisin, o ayrı.”

"O zaman o kurabiye canavarıyla aranda ne var?”

"Kızı mı diyorsun? O, bir kere evli.”

"Nereden biliyorsun, öyle mi söyledi?”

"Yüzüğünü gördüm kızım.”

"Yüzüğünü nasıl gördün? Demek ki kızı kostümsüz gördün. Bir görüşmeler oldu aranızda.”

"Yok kızım ya, fotoğraftan gördüm.”

"Haa, sosyal medyadan da ekleştiniz yani?”

"Hey Allahım ya, kız telefondan gösterdi.”

"Allah Allah! O kadar samimisiniz demek.”

"Çiçeğim, hatta kalbimin çileği. Gereksiz üzüyorsun beni. Kafiye de yaptım ben sana. Akşam geliyor musun bana?”

"Salak! Güldürme beni, patron geliyor.”

 

Öğleden sonra yeni kutular gelecekmiş. "Durum nasıl?” diye soruyor patron. "İyi,” dedim. Zaten hep "iyi” diyorum, ne diyeceğim. Dağıtıyoruz işte. Bizim yememiz yasak dondurmalardan, anca mesai bitiminde kalırsa yiyebiliriz. Fakat ben çaktırmadan indiriyorum birkaçını tuvalette. Önce çantama atıyorum. Sonra çantayla hoop WC’ye. Canım çekiyor ne yapayım. Geçen az kaldı cırcır oluyordum bu yüzden.  Biraz daha az yiyorum artık. Kurabiye canavarını sordu patron. "Bilmiyorum,” dedim. Ya tuvalettedir ya sigarada ya da telefonda. Nerede olacak? Bundan sonra nöbetleşe mola verecekmişiz. Stantı boş bırakmayacakmışız. "Tamam,” dedim.  Muz, "istersen sen ara ver,” dedi. "Yok, iyiyim.” Onu bırakır mıyım o kızla. Ayaklarıma karasular indi oysa. Patronun telefonu çaldı. Muz da fırsatı kaçırır mı?

"Küs müyüz kız? Akşam geliyor musun bana?”

"Bakarız, söz veremem. Patron hâlâ bakıyor. Konuşuruz sonra.”

Hemen gittim stanta yaklaşan çocukların yanına. Onları izlemek çok keyifli, anneleri neden böyle suratsız anlamıyorum. Çoğunun hali vakti yerinde halbuki. Fakat pek memnuniyetsizler. Bizim mahallede dondurma dağıtsan herkes bayram eder. Ama orada bu marka dağıtılmazmış çünkü millet beğense bile pahalı olduğu için alamazmış. Yolda erimeyeceğini bilsem, ben götürürdüm bizimkilere. Bazen bu semtten olmayan aileler geliyor yanıma. Üstlerinden başlarından anlıyorum. O zaman üçer beşer veriyorum dondurmaları. Ne yapayım, ben de böyle rahatlıyorum. Benimki, "Üzülme, çocuğun zengini fakiri mi olur? Hepsi çocuk, sevindiriyorsun ya işte,” diyor. Tam baba olacak adam. Eski nişanlım gibi merhametsiz değil. Gerçi ikimiz de çulsuzuz ama olsun. Evlensem böyle bir adam isterim. Ona bir şey demiyorum tabii. Şımarmasın hemen. Daha dün bir bugün iki...

Patron beni yanına çağırıyor. Telefonda ne konuştuysa bayağı sinirli.

"Hırsızlık mı yapıyorsun sen?”

"Nasıl?”

Telefonundaki resmi gösteriyor. Kadınlar tuvaletinin çöp kutusu bu.

"Müşteriler...”

"Müşterilerin hep çilekli dondurmayı tuvalette mi yiyor? Yalancılara verecek işim yok benim.”

Yüzüm kıpkırmızı ama boyadan patronun görmesine imkân yok. Arada şekerim düşüyor desem hayatta inanmaz.  Kesin o kurabiye canavarı söyledi. Yoksa kim tuvaletin resmini çeker ki?..

"Bugün son iş günün. Giderken paranı alırsın.”

Beni dinlemedi bile. Adam da haklı. Ne diyebilirim? Muz hemen geldi yanıma.

"Ne oldu?”

"Kovuldum.”

"Niye?”

"Biri WC’de dondurma yediğimi söylemiş.”

"Ee, ne alakası var. Yalan deseydin.”

"Ne bileyim, bir şey diyemedim. Yiyordum ki zaten arada.”

"Yesen kaç tane yiyecen? Şirketi batırdın sanki. Boş ver kızım, sana iş mi yok.”

"Yok tabii. Benden bir bok olmaz.”

"Üzülme kızım, salla gitsin.”

"Ya, ayın sonunu zor getiriyorum ben. Ne diyorsun!”

"Hallederiz kızım, üzülme. Onu bunu bırak da sen söyle bakayım, akşama bana gelecek misin?”

Ehh, yeter ama! Döndüm vurdum muza bir tekme. Dengemi kaybedince ikimiz de hoop yere. Bizi öyle gören çocuklar nasıl gülüyorlar görseniz. Beni bile gülme tuttu, az önce kovulmuş demezsiniz. Çocukları mutlu görmek beni de mutlu ediyor, ne yapayım? Ben de karnımda taşıyorum bir tane.

 

 



Sena Keskin’i yitirdik  Sena Keskin     109
KÜÇÜK KIZIN DÜŞLERİ  Cevat Çapan    109