Rıhtımda

Rıhtımda

Aydın Boysan anısına:
17 Haziran’da 100 yaşında.
Cevat Çapan’a saygıyla. 

Rıhtımdaydı. Tıbbiyeden mimarlığa geçtiği okulun rıhtımında, Boğaz’ın kıyısında. Rüzgârın sesine karışan suyun rıhtıma çarpan sesini dinliyor, uzaklara bakıyordu. Daha çok geçmişine yaptığı bir iç yolculuktaydı, aslında geçmişte yaşamaktan çok günü yaşamaktan hoşlanırdı.

Beyaz patileriyle tekir kırması, şirin mi şirin bir kedi geldi. Burnunu sürttü. O da onu sevdi. Bu koca dünyada sen yalnız, ben yalnız. Olacak iş mi bu? Kedi yine burnunu sürttü. Var olmak birlikteliklerde bile yalnız olmaktır, düşüncelerde, düşlerde, belki de aşklarda... Keyf ehliydi. Hayvanları severdi. Bitkileri, çiçek veren bitkileri en çok onları severdi. Klasik müzik dinletirdi. Müziğin onların gıdası olduğunu söylerdi. Çalışma odasının baktığı bahçeye envai ağaç dikmiş, büyümelerini görecek kadar ömürlüydü. Beton severlerin hışmına uğramazlarsa kendinden daha fazla yaşayacaklardı. Doksanındaydı. Ağaçların, çiçeklerin mucizelerine hayrandı. Adlarını tek tek bilirdi. Hırs, kibir insanlığın en kötü hali. Bunların esiri olarak kendini yok eden insanlık başka hiçbir canlıya benzemiyor. Tarih boyunca insanlık adına oluşmuş bütün olumlu değerleri tam tersine çeviren basiretsiz politikacılar, muhteris para babaları insanları birbirilerine kırdıryorlar. Asıl üzücü olan çoğunluğun tüm bunları kanıksamasıydı. Muzipti, kabına sığmaz cevvalliğiyle.

Açtık biz aç, savaş vardı, Almanlar Kapıkule’ye dayanmışlardı. Soğuktan zangır zangır titriyorduk. Ekmeği karneyle alıyorduk. Boğazı buzlar kaplamıştı. Sonra torikler geldi. Torikler açlığa çareydi bizim için. O kadar çok torik tutup yemiştik ki vücudumuzun her yerinden sivilceler çıkmıştı. Fukaralık vardı. Ama mutluyduk. Gençtik biz genç. Dayanıklıydık. Bu kadar çabuk geçeceğini bilmiyor insan. O nedenle gençliğinizin kıymetini bilin. Kedicik sen de bil.

Kedi uzaklaşmıyordu. Sahiplenmişti. Burun sürmeden kucağa çıkma aşamasına geçmişti. Mırıldıyor, ellerini yalıyordu.

Dünyanın dört bir yanında ne kadar çok yer gezmişti. Birine Uzaklardan adını verdiği elliye yakın kitabı yayımlanmıştı. Bunların çoğunu altmışından sonra nasıl yaptığına hayret ediyordu.

"Adaları seven adam, adaları da kadınlar kadar” dizesini yazan şairi düşündü. Ona peygamber derdi. Kibirden, hırstan arınmış birinin olması umut vericiydi. Bilgeliği konuşmalarında, tavrında değil yaşayışındaydı. Arpacı kumrusu bir düşünür olmak onu sıkar, pratik yaşamaktan hoşlanırdı.

Eski mahallelerini hatırladı. Tavuk, kedi, köpek evlerdeki resmi hayvanlardı. Gayrıresmi hayvanlar ise evlere dadanan sıçanlardı. Kapan dışında onlarla mücadelenin en iyi yolu kedilerdi. Ama bazen sıçanlar o kadar iriydiler ki kedileri bile kaçırtırlardı.

Geçmişte yaşadığı mahallelerini merak ederdi zaman zaman. Sık sık giderdi oralara. Son ziyaretinde en eski mahallesi Narlıkapı sokağındaki evlerin yapısında fazlaca bir değişiklik olmamasına memnun kalmıştı. Büyüdüğü 34 numaralı ev duruyordu. Piyano akortçusu Fasulyacıyan, müezzin Osman efendi gibi daha birçok komşuyla bu sokakta hep birlikte yaşamışlardı. Tiyatromuz vardı, Molière seyrederdik. Futbol oynardık. Kalecimiz kör Hayri’ydi. Takımımız Şarkşimendifer’di. Turuncu, hâki renkleri olan formalarımız rakiplerin midelerini bulandırırdı. Ben merkez muhacim oynardım.

İkinci eski mahallesi bamya tarlası Yeşilköy’deydi. Burayı ne bilen vardı ne de hatırlayan. Yerine apartmanlar dikilmişti. Azimkâr sokak onun üçüncü eski mahallesiydi. Artık tanınmaz haldeydi. Ne o mahalle kalmıştı ne de o insanlar. Oysa gençliği, okul yılları burada baba evinde geçmiş, aynı sokakta yaşayan eşiyle burada evlenmiş, oğlu burada doğmuştu.

"Nereye gitti benim şehrim?” diyordu. On beş milyon insanın birlikte yaşaması imkânsız, burada şehirli değil birbirinden habersiz bir sürü yaşar ancak.

Kedi gerindi, kulak kabarttı. Atlayıp ardına bakmadan gözden kayboldu.

Venedik'te Ölüm ve Araftaki Güzellik  Hakan Savaş     91
Eğlenceli Konular  Turgay Fişekçi    91