Şiirleri ve Bildiri

Günümüz Alman şiirinin önde gelen temsilcilerinden Jan Wagner, 1971 yılında Almanya’nın Hamburg kentinde doğdu. Hamburg Üniversitesi ve Dublin Trinity College’de İngiliz Dili ve Edebiyatı eğitimi gördü. Öykü ve roman türünün ağırlıkta olduğu bir yazın ortamında "Yağmur Varili Çeşitlemeleri” adlı şiir kitabıyla 2015 Leipzig Kitap Fuarı Ödülü’nü kazanması hem eleştirmenler hem okur katında büyük bir olay olarak değerlendirildi. 2017’de Almanya’nın en önemli edebiyat ödülü Georg Büchner’le onurlandırılması tanınırlığını daha da artırdı. Güçlü bir gözlem gücüne dayanan, zekâ ve ironiyi birlikte taşıyan şiirleriyle dünyayı küçük ayrıntılarıyla âdeta yeniden keşfe çağıran şair, 2001’den bugüne altı şiir kitabı yayımladı. Bu arada geleneksel şiir biçimlerinden ustaca faydalanabildiğini gösterdi. İngilizceden yaptığı şiir çevirileri ve deneme yazılarıyla da dikkat çeken Wagner’in şiirleri ilk kez Türk okurların karşısına çıkıyor. Şiirlerin sonunda yer alan, Alman "Text+Kritik” dergisinden aktarılan Bildiri, poetikasına dair önemli ipuçlarını kendi kaleminden sunuyor.
 
DOMATES

ne diye utansınlar, dallarda iri
ve tombul? ta içlerinde taşırlar
ince çekirdek mekaniği saatleri.
ki dinlene dinlene olgunlaşırlar.

bazen kıpırdadıkları görülür
ve rüzgârın dokunduğu bir tokmak
gelir akla – ama çan sesleri duyulmaz
(yeşil yaprakçıkları saymazsak).

parlak kırmızı sanatlarını sessizce
uygularlar, geceden sabaha, pes
ettiğinde şaşaalı yıldızlar. sen ise
daha sesli konuşabilirsin. de: domates.
 
 
TARİH: ONESİLOS

– Herodotos V, 114 –
kent kapısında kurukafa, üstte,
ilk ışıkla başlar vızırtıya,
o hafif afallamış ifade
eski yüzün yerinde hâlâ.

ardı tıkır tıkır çalışır: ince bir
sürü mekaniği kranyumda,
birbirine geçen altın çarkları
arıların. laleler ve sardunyalar,

yabani haşhaşlar ve glayöller –
o kör sepete döner bölük
bölük tümü, arı gözler
çukurlarda kayana dek.

o oğlan çocuklar için önemsiz,
kimdi neydi, dilenci ya da kral,
güneş sinmiş kiremitlerden
yukarı tırmanıp, o bal,

o akıl ettiği, yapıştıkça ellerine.
arıların dansı toplu bir anma.
sağken bir karış toprağa hükmedecekti.
şimdi bir arı imparatorluğu var başında.
 
 
(*) Jan Wagner, şiire düştüğü notta Herodotos Tarih’ten Türkçe şekliyle şu açıklayıcı alıntıyı aktarır:
"Onesilos’un kafasını kesip kentin kapılarından birine asanlar Amathuslulardır, çunku o, bu kenti kuşatmaya almıştı. Bu asılan ve içi boşalan kurukafanın içine bir arı oğulu yuvalandı ve bal doldurdu.” (Herodotos Tarih, İstanbul 2012, Çeviri: Müntekim Ökmen)
 
 
SU KUYUSUNDA

altı yedi metre serbest düşüş
ve hiç olmadığım kadar uzak
bir yerdeyim, bir kozmonot
doğal taşlardan kapsülünde,
belli bir mesafeden seyreden
o nefis yuvarlak maviyi.

bendim su kuyusundaki
çocuk. yalnız yosunlardı
kendileriyle örülü bir urganı
yukarıya doğru tırmanan.
sarmaşıklar birbirinin omzuna
basa basa kaçıyordu özgürlüğe.

bazen parlak şimşeği
bir kuşun, bazen parlak bir kuş
şimşek. karnımı doyurdum
yavaş olan her şeyle. mikroskoptan
bakan bir bilimcinin gözüydü
kuyu ağzındaki ay.

tam tespih böceği ve taş sözcükleri
tespih böceği ve taşla anlamlanırken,
yukardan gürültüler, bir telâş, bir bağrış,
ve önümde uzayıp giden bir ip.

döndüm çan seslerine,
taze ekmek kokusu, otobüs saatlerine döndüm,
gölgesine ağaçların,
havadan sudan konuşmalara,
vaftizlere ve trajedilere döndüm,
manşetlere,
benim de yer aldığım.
 
 
YUNUS’A

bazen sanırsın bir ışık
düşer aşağıya kıvrılarak – yukardaki
fanon ağartısı –, duyarsın açlık
meleklerini martıların, ta ki

yağana dek uskumru, sürüyle sardalya;
duyarsın kıyı dalga, yelken, bir çağrı sesi,
kokusunu anımsatan ara sıra
hiç yoktan bir çam kokusu.

kaçış yok vecibeden
bela ve yıkım vursa da şehri,
savuşup gitsen, atılsan da gemiden
bir çuval çürük soğan gibi.

havayı duyumsamak, serin, dünyevi,
en azından hafif bir esintiyi – olmasın
bu kof sessizlik ve diskten de iri
o göz, seni burada bile, kalın

bir et ve yağ tabakası arasından, bazen alaycı
bazen sert, sanki süzen; yosun okuma
lambaların gösterir maruz kaldığın darlığı.
boş yere kafa yorma

oğul, kardeş, yeğenim diye,
haziran mı ocak mı dışarısı,
düşünme tarşiş’i yahut ninova’yı.
yunus, bu büyük balığı memleket bil.
 
 
BİLDİRİ

Üzerinde bir avuç sözcüğün basılı olduğu birkaç santimetrekare ak kâğıt – en büyük zaman ve mekânsal mesafeleri aşmak için daha fazlasına gerek yok. Sayfayı çeviriyorsunuz – ve Tang Hanedanı dönemi bir şair kalbinizden geçenleri söylüyor. Bir şiir, en küçük alanda yoğunlaştırılan dil araçlarını, zıtlık ve paradoksları ahenge kavuşturur, tını vermesini sağlar; en üst seviyede müzik ve anlamdır. Bu arada şaşırtma ve (kendinin ya da başkasının koyduğu) kuralları ihlal türü temel poetik erdemleri de elden bırakmaz – ve böylece en dar alanda en büyük özgürlük oluverir.

İlke olarak her şeyden bir şiir çıkarmanın mümkün olduğuna inanıyorum. Gündelik hayatın sözde sıradan, kolayca gözden kaçan nesneleri birden umulmadık şiirsel nitelikler gösterir. "Özgürlük” üstüne bir şiir yazmaya kalkışan biri bu girişimden eli boş dönebilir. Ama tüm dikkatini caddede su oluğuna düşmüş beyaz bir eldivene verse belki parlak bir özgürlük şiiri yaratabilir.

Benim ilgimi çeken, biçimle (ki şiir onsuz düşünülemez) oyunsallık arasındaki gerilimdir. Başka araçlar gibi kusurlu uyaklar da geleneksel biçimlerin, teşhir yoluna sapmadan, katı yönünü zayıflatabilir. Ki hepsinin ayrı ayrı çekiciliği vardır; altılık oyunuyla sestina’nın, tekrarlarıyla villanelle’nin. Bunları kısıtlamalar olarak algılamamalı; bana göre özgürlüğü asıl kısıtlayan, şiire özgül katkısı açıkça göze çarparken bile bu biçimleri kullanmamaktır. Nefes almayı kolaylaştıran bir korseye dönüşebilir biçim – bunu zorunluluk olarak değil de, şiirin imgesel ve düşünsel ilerleyişini hiç beklenmedik yörüngelere çeken bir süreç olarak kavrarsak.

Başarılı bir şiir hayret uyandırır ve özgündür, zira yakaladığı, söylediği şekliyle bir şey söylenmemiştir daha önce; ama bunu yaparken de öyle bir izlenim vermeli ki, o yolla söylemek sanki dünyanın en olağan işi, şimdiye dek o gözle bakılmaması ise basit bir ihmal gibi görünmeli – olduğu şekliyle olması gerektiğini hep hissettirerek şiirin. Hem mütevazı hem payını dolu dolu verendir o. Çokkatmanlıdır, ama keyfi değildir. İyi bir şiirde kendi araçsallığına, dilin olanakları ve olanaksızlıklarına dair bir bilinç sezilir – açıklamasına girmeden ya da daha vahimi, bunun üzerinden duyusallıkla, yani buharlaşan, kokan, ışıldayan, yankılanan şeylerle, yani dünyayla ilişiğini yitirmeden. Yoksa Dylan Thomas’ın gerçekliğe bir katkı dediği, başarılı şiire ulaşmak mümkün görünmüyor. Bu olmayı da o henüz yazılacak şiir deneyecektir – zaten hep o sıradaki, yazılmayı bekleyen tek şiir vardır. Ona doğru yoğunlaşıyor her şey.

Almancadan çeviren: Ertuğrul Pamuk


Kurgusal  Rodolfo Louis Lopez     84
Umut'un (1970) Trajik Gerçekliği  Hakan Savaş    84