Necatigil Şiirinde Dil ve Geleneği Moderne Dönüştüren Hüner

Tanımıyla ilgili oluşmuş belirsizlikler bir yana, modernizm, yazınsal metne
yansıması bakımından dili estetik bir değer olarak ele alan bir yaklaşım gösterir.
Modernizmin dili estetik bir değer olarak değerlendirdiğini, görüneni olabildiğince
nesnellikle yansıtmayı öngören realizmin algılama biçimine bir karşı duruş
olarak belirdiğini söylemek bile fazla. Bu bağlamda modernizm realizmin algısının
dışında dili araç değil, insanı tüm çelişkileriyle ve derinliğiyle ortaya koymada
bizatihi bir amaç olarak görmenin gerekliliğini vurgulamıştır yazınsal düzlemde.
Başka bir söylemeyle, modernist sanat algısında dil insanın en belirgin yansıması
olarak yazınsal metnin malzemesi olmayı, tam da yazınsal metnin kendisi olma
güdüsüyle üstlenmiştir. Bu sonuçla denmelidir ki modernist sanatçının zihninde
sözcüğün, bulunduğu dile vurgu yapan olanaklarıyla kullanılması gerektiğine dair
beliren zorunluluk, anlamın yazınsal metinde örtük bir biçimde verilmesi eyleminin
başat ideolojik nedeni ve sonucu olmuştur.
 
Behçet Necatigil, yapıtını, yukarıda sözü edilen dilsel yaklaşımla oluşturmuş
ve bu bağlamda sözcüğü, Türkçenin büyük birikiminin sağladığı estetik olanaklarıyla
değerlendirmiş modernist bir şair. Onun şiirlerindeki modernist oluşumu
belirleyen bir başka nitelik ise şiirini besleyen baskın bir unsur olarak geleneği
araçsallaştırıp modernize etmede gösterdiği ayrıksı tutumdur. Evet, Türk şiirinde
sözcüğe yaklaşımı, nesneyi ve insanı algılama biçimi bakımından yapılacak bir
değerlendirmede, modernist bakışa karşılık gelen poetik tutumu üstlenmiş şairlerdendir
Behçet Necatigil. Onun yapıtına bakıldığında, yukarıda sözü edilen modernist
algının öncüllediği zihinsel tutum bağlamında, örtüklüğün (kapalılık) ve
göreceliliğin metnin derin yapısını oluşturmada temel nitelik olarak alındığı görülür.
Özellikle Eski Toprak adlı kitabı ve ondan sonrakilerde yer alan şiirleriyle
şair anlamda göreceliliği, kendi deyimiyle çokgenliliği, kapalılığı; Eco’nun "yazınsal
metinde anlam” bağlamında söylediği açık yapıt öncüllemesini karşılayan
bir yazınsal tutum içinde olmuştur. Bu dolayımda Hasan Akay’ın Kare-Deniz adlı
kitabında söyledikleri, Necatigil şiirinin modernist içeriğinin oluşumunda anlamsal
çokgenliliğin belirleyiciliğini vurgulaması bakımından önemlidir:
"Kareler Aklar’da okura akla karayı seçtiren maddeler vardır. Onlar da
şudur: Kareler’deki metinlerde bırakılan görsel boşluklar Aklar’da görsel olarak
doldurulmuştur. Aradaki boşlukların doldurulmuş olması, şairin bu boşlukları
tam olarak doldurduğu ya da karşıladığı anlamına gelmez. Denebilir ki şair, bir
bakıma, anlam ve bağıntıların uçuşmaması için metne bazı ağırlıklar koymuştur.
(‘Bilinmez hava neye çevirir/ kâğıtlar, pencere/ bir ağırlık koymalı’.) Şairin kastettiği
ağırlık nedir? Belli değildir, çeşitli anlamlara ve yoruma açıktır. Biz sadece
bir yorumu aktardık. Yine de farklı yorumlar üretilebilir. Örneğin, bu ağırlığın bir
anlamı da kalıcılık olabilir.” (Akay, 2006: 21, 22).
 
Buradaki saptamasıyla Akay, şairin sözünü ettiği dizeleri bağlamında anlamsal
belirsizlik ve yoruma açıklığı, Necatigil şiirinin karakteristik bir niteliği
olarak öne çıkarmıştır. Şairin Arada kitabında yer alan "Kirli Soru” şiiri, yoruma
açık yazınsal metne özgü ipuçlarını vermesi bakımından önemli bir örnektir:
KİRLİ SORU
Benim oralarda hiçbir işim yoktu,
Şeytana uydum.
Aç ahtapotlar kaynaşırken dipte,
Kaypak kalabalıkta sürükleniyordum.

İnce yüzünüzde üzgünce bir bakış
Birden sizi gördüm.
Açtı arı doruklarda bir safran
Durdum.

İlk sevgili güldü yitik anılardan
Mutsuz, yalnız.
Sessiz kınamanızı utançlarda küçülmüş,
Aldım, geri döndüm.

Gelsem,
Siz yine orda mısınız?
(Necatigil, 2017: 208)
 
Görüldüğü üzere burada, anlamsal üretimi sağlama bakımından metnin kendini
hemen ele vermeye hazır bulunmadığı ortadadır. Metin başlıktan son dizeye
kadar okuru, bir anlamsal kapalılığın içine sokmuş ve bu dolayımda anlam üretimine
katılabilme koşulu olarak, bir zihinsel çabayı zorunlu kılmıştır. Kuşkusuz
bu çaba, dönüştürülen bir dil olarak şiiri oluşturan sözcüklerle dış dünya (yaşam)
arasındaki bağı sezmeye dayalı, zihinsel bir etkinliği gerçekleştirebilmeyi öngören
entelektüel bir algıyı öncüller.

Şiirde, son iki dizede, başlıkta belirtilen kirli soru sorulmuştur: "Gelsem/
Siz yine orda mısınız?” diye seslenilen kimdir? Neden bu soru kirlidir? İlk dörtlükte
kaypak kalabalık diye nitelenenin kalabalık sözcüğünün verdiği ipucuyla
bireyi yalnızlaşmaya iten toplum olduğu gerçeği, üretilebilecek anlamlar arasındadır.
Kalabalığa uyma zorunluluğunun getirdiği telaş içinde birey, kendi olmaktan
iyice uzaklaşmış ve dolayısıyla kendine yabancılaşmıştır. Bu yabancılaşma
duygusu, Necatigil’in şiirlerinde işlediği temel izleklerden biri olarak modern insanın
temel sancılarındandır. Çağcıl bir sancıdır bu: Toplum denen dev organizmanın
sıkıştırdığı yalnız, kendine yabancı, iyice sinmiş, artık kendini de
tanıyamayacak hale gelmiş, kimliksizleşmiş insan. Kalabalık, şiirdeki ifadeyle
kaypaktır, kendine uydurmaya çalışır bireyi ve hep sürükler yaşamak denizinde.
Arada yok olan ise aç ahtapotların verdiği korkuyla kıvranan modern insanın ruhudur.
Sonra, kişinin tam da kendisini yansıtan ama artık olmayan bir anıdır geçmişten
kopup gelen; ilk sevgilidir. Arı doruklarda açan bir safran gibi ansızın
canlanır bellekte. Böylece yaşamın gerçeklik aynasında, toplumsal kaygılar ve
beklentilerden dolayı kendisi olma olanağını bulamamış insan, kendini tanıyamayan
bir yabancıdır kendine. Bu suçluluk duygularıyla utançlarda iyice küçülmüştür
artık, bastırdığı beninin sessiz kınaması altında ezilmiştir. Aşk da yitip
gitmiştir, ilk sevgilinin yitik anılardan gülümseyen, bellekte belli belirsiz canlanan
yüzüyle. Yitirdiği benini (kimliğini) arayan, kendi doğasına yabancılaşmış modern
insanın, sorduğu bir Kirli Soru’dur bu elbette: "Gelsem / Siz yine orda mısınız?”
 
Kuşkusuz metinden elde edilebilecek anlamsal çıkarım, bu söylenenlerle
sınırlı kalamaz. Şiir, başka anlam üretimlerine, başka yorumlara karşılık gelebilecek
bir dilsel matrisi yapısında bulunduran yazınsal yetkinliktedir. Bu dolayımda,
yeni anlam üretimlerini karşılayacak yazınsal yeterliliğin, metnin
modernist sanat algısının gerektirdiği kavrayışı öncülleyen bir anlayışla yazılmış
olmasından ileri geldiğini söylemek bile fazladır.
 
Necatigil şiirinin yukarıda sözü edilen modernist özünü oluşturan unsurlardan
en önemlisi geleneğin kullanılma biçiminde gösterilen ayrıksılıktır. Bu ayrıksılık,
geleneğin geçmişte takılıp kalınan, durağan, sığ, tapınmacı bir nekrofilist
(ölüsevici) yaklaşımla değil de ancak var olan kültür ve şiir birikimine eklemlenerek
şiirsel ilerlemenin sağlanabileceğinin poetik bir tutum olarak düşünülüp
değerlendirilmesinden ileri gelmektedir. Bu koşutlukta denebilir ki Behçet Necatigil
şiirinde gelenek, bir araçsallığın öngörüldüğü malzeme; izleksel olana hizmet
eden, kullanılan bir unsurdur. Bu da metnin oluşumunu belirleyen sanatsal
bir düstur olarak modernist bir tutumdur. Bu kertede anımsamakta yarar var: Şairin,
"Şiir geçmişe yapılan atıflarla ilerler,” sözü, geleneği poetik ilerlemeyi sağlayan
bir edimi elde etmeye yönelik araç olarak gören bir zihinsel tutum içinde
olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Bu dolayımda örneğin, Hasan
Akay’ın, "Necatigil, Divan şairlerinin yaptığı gibi, edebiyat, söz ve göz sanatlarını
kullanmaktan, şiirlerinde bir kelimenin çeşitli anlamlara gelmesinden hoşlanır;
fakat şiirini onlara uydurmak için yazmış değildir” (Akay, 2006: 79). saptaması,
Necatigil’in Divan Şiiri’ne eğilen bir şair olarak geleneğe gömülen değil, geleneği
olanaksal yönden metnin izleğine katkı sağlaması bakımından kullanan bir şair
olduğunu vurgular. Akay, Kare-Deniz adlı kitabının "Divan’dan Fraktel’e Çıkan
Yol: Çokgen Şiir!” başlıklı yazısında ise Behçet Necatigil şiirinde geleneğin modernist
tutumun gerektirdiği anlama katkı sağlayan bir araçsallığı karşıladığı yönünde
şu düşüncelere yer vermiştir: "Divan Şiiri’nde de Necatigil şiirinde de öne
çıkan şey, aslında, daha çok anlamdır; hemen her şey ona hizmet etmekte, onun
etrafında dönmekte, onun uğruna biçimsel uygulamalara katlanmaktadır. Amaç
anlamın çoğaltılması ve – mümkünse – derinleştirilmesi, dolayısıyla hikmetli bir
deyişe ulaşılmasıdır. Bu, öteki metinleri aşmanın değil, şairin yenilik ve özgünlük
sevdasının göstergesidir” (Akay, 2006: 62).
 
Kuşkusuz burada Akay’ın Necatigil koşutluğunda söylediği yenilik ve özgünlük
sevdası, şairin şiirlerinde oluşturmayı amaçladığı modernist anlamı elde
etmeye, yansıtmaya yönelik bir tutumu öncüller. Bu bağlamda şairin Kareler Aklar
kitabının Kareler bölümünde yer alan şiirleri, açık yapıt niteliği taşımaları bakımından
modernist sanatın öngördüğü biçimselliği vurgulayan şiirlerdir. Şair Kareler’de
geometrik okumayı öncülleyen biçimi Divan Şiiri’ndeki satranç şiir
tekniğinden esinlenerek oluşturmuştur. Kitabın içerdiği metinlerin sağdan sola,
yukarıdan aşağı okumalara yatkın olmaları, okuru çoklu anlam üretimine yöneltmek
düşüncesini taşır ki bu da sözcüğe çağrışımsal açıdan değer katmayı özellikle
vurgulayan bir dil yaklaşımını öncüllediği için modernist bir tutumdur. Bu kertede,
kitaptaki metinlerin (Kareler), modern insanın varoluşsal sorunlarından
temel bir izlek olarak kaos düşüncesini işlemiş olmasıyla modernist bir karakter
gösterdiğini söylemek bile fazladır:

ÇIKARTMA
Alınan       her şey      yenmelik
safra        sinir           ne kadar
kabuk      kemik         deri
en az       ne çok        atmalı.
 
Yaz          çokça          okunmalık
nedir       önemli         olan
fire          nice            kalmalı.
 
Yazma     nedir           kalabalık
en az      çoğu            çıkartmalı. (Necatigil, 2017: 379)

"Çıkartma” başlıklı bu şiirde de dil, burada sözü edilen bağlamda bir yazınsallığı
öncüller. Bu dolayımda sonsuz ve görece anlam üretim olanaklarına açık
olarak kullanılan sözcük, yaşamın da sonsuz ve göreceli bir ilişkisellik taşıdığını
vurgulayan bir değer olarak yansır yazınsal düzlemde. Kuşkusuz şair, şiirin modernist
içeriğini kurarken geleneğe (burada Divan Ş iiri gele neği) yaslanmıştır.
Metnin anlamsal düzlemde biçimle desteklenen görsel boşlukları, bir tamamlanm
amışlığı vu rgulamış olmanın yanı sıra bir yandan da bu tama ml anmamışlığa
uygun bir yazınsal beklenti olarak okura geniş bir anlam üretimi, yorum olanağı
vermeyi amaçlamıştır. Yinelemekte yarar var ki buradaki yazınsal oluşumu sağlayan
modernist tutum, geleneğin bir araçsallık bağlamında yeniden üretilmiş olmasından
kaynaklanmaktadır.
 
Necatigil’in geleneği, şiirinin içerdiği modernist öze katkı sağlayıcı bir anlayışla
özgün bir üretimle kullandığını, geleneği kullanırken olduğu gibi aktarıp
bir yinelemeye düşmediğini söylemek bile fazla. Bu durum onun şiirinde geleneksel
olanın bir dönüştürmeye uğrayarak anlamın tarihsel kodları bağlamında
yepyeni bir yaratımla yazınsallaşması sonucunu doğurmuştur. Bu dolayımda Behçet
Necatigil’in poetikası; geleneğin dar (sığ) bir tarihsel algıyla ele alınmasını
dışlamış, daha geniş bir bakış açısıyla edimselleştirilmesini olumlayan bir yapı
göstermiştir. Daha çok doğu şiirini besleyen kaynaklar olmak üzere batı şiir birikimi
de onun şiirini besleyen kültür damarları olmuştur. Mitoloji, din, söylenceler,
tasavvuf, İslamlık öncesi Türk kültürü, Divan Şiiri, Halk Şiiri, batı edebiyatına
özgü biçim ve içerik vb. kaynaklar, geleneğin modernize edilip yazınsal metne
dönüştürülmesinde bütüncül kullanım alanları olmuştur.
 
Bu dolayımda şairin Dışarda başlıklı şiiri, Divan Şiiri içeriğinin modernist
izlek bağlamında yeniden üretildiği şiirlerinden biri olarak önemlidir:
 
DIŞARDA
Yandı sokak lambaları mum alevi pervane
Şeytanca sırıtır fosforlu camlar
Gördüm zifir sarısını dükkân vitrinlerinde
Belliydi, biliyordu, bezgindi
Evimize gidelim.
 
Alay eder küçülür eziliriz girsek
Hep paraya saygı camlar
Camların ardı sırnaşık kirli
Yapışkan çarpar
Evimize gidelim.

Bir yanı var ömrümüzün kırık
Farlar büyültür gecede
Garipsi türkülere üzgün
Başlamadan yollar
Evimize gidelim.
(Necatigil, 2017: 164)
 
Hemen söylenmeli ki bu şiirde, ilk dizede yer alan "mum alevi pervane’”
kullanımı, Divan Şiiri’nin yaygın bir mazmunu olarak dikkat çekiyor. Bilindiği
üzere "mum ve pervane” metaforu Divan Şiiri’nde, insani aşka özgü bir anlamı
da karşılamakla birlikte, daha çok tasavvufi aşkın anlam dünyasının oluşturduğu
bir simgeselliği öncüller. Bu dolayımda mum, biçiminin verdiği görünümle de fenomenolojik
açıdan birliği (vahdet) simgeler ki bu da Tanrı’nın mutlak varlığıdır.
Tanrı’ya duyduğu yoğun aşkın verdiği kavuşma arzusuyla esrime yaşayan (cezbeye
kapılan) insan ise mumun alevi çevresinde dönüp duran pervane gibi Tanrı’nın
göz kamaştırıcı ışığı çevresinde dönüp durur. Bu içerik, pervanenin sonunda
mumun alevine kapılıp yanmasıyla, insanın aşkın verdiği esrimeyle Tanrı’da yok
olmasının metaforudur. Bu dolayımda insan, tasavvuf öğretisinin gerektirdiği anlamla,
insan-ı kâmil olup en üst düzey olan fenafillaha yükselerek Tanrı’nın varlığında
yok olmuş; varoluşunu yok olarak gerçekleştirmiştir.
 
Divan Şiiri’nin anlam dünyasındaki karşılıklarıyla verilen mum alevi pervane
metaforu, karşıt bir okumayla modernize edilip metindeki öteki göstergelerle
yer değiştirerek yeni bir metaforik alana karşılık gelmiştir. Bu metaforik alan metnin
anlam üretimini gerçekleştirmeye yönelik çağrışım olanakları yaratmıştır. Evimize
gidelim dizesi, metnin ritimsel içeriğini belirleme işlevinin yanı sıra anlatıcı
öznenin bulunulan mekânın verdiği rahatsızlık duygusundan ötürü bir yakınma
içinde olduğunu da göstermektedir. Evimize gidelim dizesindeki ev sözcüğü ile
metnin başlığı olan dışarda sözcüğü arasındaki karşıtlık ilişkisi, yakınılan yerin
(mekân) dışarısı olduğu anlamını elde etmeyi sağlar. Nedir metinde sesi duyulan
insanın yakınmasının nedeni? Bunun yanıtının metinden elde edilen ipuçları sonucu
kapitalizmin buyurganlığının gerçekleşme alanı olarak dışarıda bulunmanın
modern insanda yarattığı huzursuzluk olduğu görülecektir. Çünkü her şeyden önce
dışarda olmak toplumca ötekileştirilme, dışlanma anlamına gelir ki bu, en temelde
varoluşsal bir sorundur. Bu kertede söylemek bile fazla, şiirde sesini duyduğumuz
insanın içinde bulunduğu durum, dış dünya (nesne) karşısında değersizleşmedir
ki, bu da metnin, Marksist eleştirinin öncüllediği okumaya yatkın bir poetik anlayışı
içerdiğini gösterir. Çünkü Marksizme göre kapitalist üretim ilişkilerinin geçerli
olduğu toplumlarda değer bakımından nesneyle insan arasında ters
orantılılık söz konusudur. Buna göre, nesnelerin değerlerinin artışı, insanın/nesneyi
üretenin değerinin azalmasına neden olur ki, bu da sermayenin büyüme is-
teğinin doğurduğu bir zorunluluktur. Karl Marks 1844 El Yazmaları’nda, kapitalist
üretimde insanın kendi emeği ve doğasına yabancılaşmasının söz konusu nedenleriyle
ilgili şu saptamalarda bulunur: "İşçi ne kadar servet üretse, üretiminin
gücü ve kapsamı ne kadar artsa, kendisi de o kadar yoksullaşır. Ne kadar çok
meta yaratırsa, kendisi de bir meta olarak o kadar ucuzlar. Şeyler dünyasının artan
değeriyle doğrudan doğruya orantılı olarak insanlar dünyası değersizleşir.”
(Marks, 2018: 75)
 
Bu şiirde de, nesnelerin artan değerleri karşısında iyice değersizleşen ve
doğasına yabancılaşan insanın yakınmasıdır duyulan. Şeytanca sırıtan fosforlu
camlar, dükkân vitrinleri, hep paraya saygı gösteren camlar karşısında ezilen
birey, kendi sınıfsal durumunun yol açtığı bunalımı, dışarda daha derinden duymakta,
yoksulluğuyla daha sert bir yüzleşme içine girmektedir. Buradaki dışardalık
kuşkusuz kapitalizmin tüketim buyurganlığı karşısında tutunamamış, iyice
yalnızlaşmış, sınıfsal anlamda ötekileş(tiril)miş insanın dışardalığıdır.
 
Metnin ilk dizesinde geçen mum alevi pervane metaforu, artık modernist
anlam düzeneği içinde kapitalist simgelere dönüşmüş; mum alevi, tüketim ekonomisinin
simgeleri olan sokak lambaları, dükkân vitrinleriyle; pervane, küçümsenen,
ezilen, alay edilen insanla yer değiştirmiştir:

Mum Alevi: Tanrısal aşkın ışığı (fenafillah), maşuk.           Geleneksel
Pervane: Aşkla esrime yaşayıp cezbeye kapılmış insan,     âşık bağlam

Mum Alevi: Dükkân vitrinlerinin ışığı, sokak lambaları.       Modern
Pervane: Kapitalizmin yakıcılığında yok olan birey, insan.   bağlam
 
Görüldüğü üzere metinde geleneksel şiirin kullandığı bir metafor olan mum
alevi pervane kendi bağlamının dışında, metnin izleği bağlamında kullanılmış,
modernize edilmiştir.
 
Sonuç olarak denebilir ki Behçet Necatigil, modernist sanat algısını, yapıtının
üretim sürecinde temel almış bir şairdir. Bu tutumun temel nedeni, çağının
insan(lık) durumlarını anlatmanın gerektirdiği bir poetik zorunluluğun yanı sıra,
modernizmin dili estetik bir değer olarak gören bakışının sağladığı araçsallığı,
bir sanatçı olarak şairin de benimsemiş olmasıdır. Bu bağlamda, hem doğu şiirinin
hem batı şiirinin kültür damarları, onun şiirinde izleksel olanı besleyen, geleneğin
moderne dönüştüğü geniş bir malzeme alanı olmuştur. Kuşkusuz Necatigil’in yapıtını,
yazınsal eleştirinin aynasına özgün bir bireşim olarak yansıtan temel neden
budur: Geleneği moderne dönüştürmede gösterilen hüner!
Necatigil, B. (2017) Şiirler, İstanbul: YKY.
Marks, K. (2018) 1844 El Yazmaları, İstanbul: İletişim, Birikim Kitapları.
Akay, H. (2006), Kare-Deniz, İstanbul: 3F


Ağır Ol Bay Çin  Ali Aydemir     90
The Wanderer (Yolgezer)  90