Cevat Çapan'ın Şiir Dünyasının Duyumsattıkları

Aşağıdaki çalışmayı 22 Ekim 2013 tarihinde, Boğaziçi Üniversitesi’nin kuruluşunun 150. yılı vesilesiyle yapılan bir dizi etkinlik çerçevesinde "Boğaziçi’nden Dile Esen” başlığıyla, Murat Gülsoy’un moderatörlüğünde yapılan bir panelde konuşmak üzere yapmıştım. Aradan geçen sekiz yılda Cevat Çapan Su Sesi, Son Duraktan Bir Önce ve Bir Başka Coğrafyadan başlıkları altında üç şiir kitabı daha yayımladı. Boğaziçi Üniversitesi’ne gelince bu kez, bu bildiride sözünü ettiğim teslimiyeti göstermedi. Dışardan atanan rektöre direndi ve bu satırları yazdığım bugün hâlâ direnmeyi sürdürüyor.

Buradaki ortaokul ve lise yıllarını her zaman coşkuyla anımsayan Cevat Çapan yalnızca bu kampüsün mezunu değildir; bu kampüste hocalık da yapmıştır.
 
Doktoramı bitirdikten sonra döndüğüm yıllardı; yani 70’lerin sonu. Bir gün Süheyla Artemel bize Cevat Çapan’ı tanıştırdı. Tam bir dünya edebiyatçısı, bir klasikçi, hümanist geleneğin etkileyici temsilcilerinden biriyle çalışacağımızı anlamam çok uzun sürmedi. Çok heyecan vericiydi. Sanki İstanbul Üniversitesi’nde Auerbach, Spitzer, Dieckmann, Fuchs’la kurulmuş Batı Dilleri ve Edebiyatları, burada, Boğaziçi Üniversitesi’nde yeniden canlanacaktı; Süheyla Artemel Auerbach’la çalışmıştı, Traugott Fuchs o çevrenin içinden biriydi ve şimdi Auerbach’la çalışmamış olmakla birlikte o geleneğe çok yakın bir meslekdaşımız katılıyordu
bize.

İki yıl yarı zamanlı ders verdi Cevat Çapan çünkü İstanbul Üniversitesi’ni, sevdiği ve saydığı bir meslektaşının, Vahit Turhan’ın ricası üzerine hemen bırakamadı. Ama tarih vefalılığı nadiren ödüllendirir. 1938’den sonra, Almanya’daki Nazilerin İstanbul Üniversitesi’ndeki etkilerinin artmasıyla, Yahudi kadrolaşmayı engelleme girişimleri ve bunun sonucunda Spitzer, Auerbach, Dieckmann gibi ünlü filologların ABD’ye gitmesine neden olan durumun benzeri Boğaziçi Üniversitesi’nde de oldu. 1980 askeri darbesi ve ardından faşist cunta yönetimi üniversiteleri baskı altına almak üzere bazı düzenlemelere girişti. YÖK kuruldu. Okutulacak kitapların YÖK’te denetlenmesinden tutun da, sakal kestirmeye kadar bazı dayatmalar; birçok öğretim üyesinin işine son verilmesi, kadro kısıtlamaları, dışardan rektör ataması. Böyle zamanlar tuhaf ve zor zamanlardır. Bazı insanların işine gelir bu tür kısıtlamalar, işbirliği ederler, bazıları kurumu düşünerek teslim olurlar, bazıları düpedüz korkar ve direnemezler. Burada da sanırım hepsi birden oldu. Cevat Çapan’ın tam zamanlı öğretim üyesi olması için ona ayrılan kadro verilmedi. Ama hikâyenin sonu Auerbah-Spitzer hikâyesinin sonu kadar Türkiye açısından acıklı değil. Sözünü ettiğim olay Cevat Çapan’ın çok renkli, çok zengin, çok yönlü yaşamında, muhtemelen onun artık hatırlamadığı önemsiz bir ayrıntıdır. Çünkü o edebi misyonuna, yani bir dünya edebiyatı geleneği kurmak ve bu geleneği klasik Batı hümanist geleneği ile desteklemek misyonuna, devam etti. Birçok başka üniversitede unutulmayan dersler verdi. Bu arada başka bir şey başlattı. Dünya Şiir Atlası. Yedi ciltlik bir atlastır bu ve mutlaka sekizinci cilt de yoldadır. Bu proje, çeviriyle dünya şiirine ulaşmanın mümkün olduğunu kanıtlayan, Doğu’dan Batı’ya dünya şiirini kapsayan, dünya dillerini, ırk ve kültürlerini şiirin şemsiyesi altında toplayan, hümanist bir karşılaştırmalı edebiyat projesidir. Faruk Şüyun’la yaptığı söyleşide şöyle der: "Eğer biz sadece taşralı bir okur yazar olmaktan kurtulmak istiyorsak, kendimizi dünya edebiyatı içinde evimizde hissetmemiz gerekir.” (81) İşte bu atlas dünya şiirini evinize getiren bir atlastır ve ister inanın bana ister inanmayın – inanmayanlar karşılaştırabilir – Norton’un dünya edebiyatı antolojisinden daha kapsamlıdır. Bunu Cumhuriyet gazetesindeki köşesinden yaptı, Cevat Çapan. Hâlâ hayıflanırım. Burada daha uzun kalabilirdi ve bu atlas Boğaziçi Üniversitesi Yayınları’ndan çıkıyor olabilirdi.

Bu atlasın ne denli istikrarlı ve sebatlı bir uğraşın ürünü olduğunu anlatmaya vaktim yok burada ama atlas sözcüğünden onun kendi şiirine atlayarak, bu şiir hakkında birkaç söz söylemeye çalışacağım. Cevat Çapan’ın neredeyse bütün şiirlerinde üç sözcük yinelenir: Uzak, sürgün ve ses. Şiir kitaplarından birinin adı da Uzak Sesler’dir zaten. Ses, tabii, şiirin karşılığıdır. Memet Fuat’ı anarken yazdığı bir şiirinde onu, şairin sesini en iyi duyan bir şiir uzmanı olarak tarif ederken, "ağlasak sesimizi duyar, bütün sesleri duyduğu gibi,” der. Dolayısıyla, onun kendi şiirleri de zaten çok özel bir atlasın seslendirildiği şiirlerdir; yaşamöyküsünün, sevdiği, etkilendiği şair ve yazarların, çocukluğundan beri okuduğu kitapların, sürgünde acı çekmiş şairlerin, yolculukların, kağnılar, trenler, vapurlarla hep yollarda olmanın, göçlerin, eve dönüşün imge ve seslerinden oluşan bir coğrafya, bir atlas.

Uzak sözcüğünün Çapan’ın şiirinde geniş bir kapsamı ve anlam yelpazesi vardır.

En basitinden başlayalım: Uzak, doğallık, kendilik; özgürlüktür.
Buradan
Bu kül rengi düzenden uzakta
Fenikeli martılar olmalı sevişen
Sevişmeyi düşünmeden. ("Kuşlar mıdır Onlar”)
Yaşam zaten bir yolculuktur; değişkenliğe gebedir; karşıtlığı değişmeyen doğadır. Bu karşıtlığı şöyle dile getirir:
Bitmeyen göçünü sürdürür
devingen güneş,
gerilen deri, pörsüyen istek,
akşamın alaca serinliğinde
ürperen otların üzerinden
sürüklenerek gider. ("Kristal ve Nikel”)
Cevat Çapan bir atmosfer yaratma ustasıdır. Yarattığı atmosferde, çizdiği resimlerde hep bir uzaktalık duygusu, bir ufuk çizgisi izlenimi vardır, sanki o ufuk çizgisinin ardından, sisinden çıkıverecek bir sürprizi bekler gibi okursunuz bu şiirleri:

Uzakları düşünürken, karlı dorukları, / saatlerin durduğu bir saatte, / yabancı / bir istasyonda, / ne kadar yakın görünüyor / gölün kıyısında yükselen kayalık dağlar...

Uzak tarih ve mitolojidir:
Karşıda Midilli,
denizin ötesinde sessiz.
Bu sessizlik sanki
o sevdalı kadının
bin kulaklı geceye fırlattığı çığlık
binlerce yıl önce. ("Bir Ardışkuşu Akasya Ağacında”)
Sappho olabilir o kadın. Ama bu kıyıdan da yükselmiş olabilir o çığlık. Homer’in mutsuz kadınlarından birinin, Priam’ın karısı Hecuba ya da Hektor’un karısı Andromache’nin çığlığı da olabilir. Burada uzaktan daha teknik bir biçimde de yararlanır şair. Geceyi yırtan çığlık, bir klişedir aslında. Binbir kulaklı geceye fırlatılan çığlık ise, başka bir klişenin, Homer epiklerinde kullanılan epithetlerin (şarap renkli deniz, ayağına çabuk Achilles gibi) modern bir parodisidir. Ve bu uzaklaştırmayla iki klişeyi de değiştirir, şaşırtıcı ve çarpıcı kılar.

Uzak’ın egemen figürü çok uzaklardan gelen ve yaşamına büyük bir derinlik ve anlam katan babasıdır:
Adaları seven bir adam
Adaları da kadınlar kadar
Bir adam, gelip dağ köylerinden
Han kahvelerinde duran.
Bir köylü, imparatorluğun payitahtında
Bir kaçak, Cezayir zindanlarında
Bir yolcu Marsilya’dan
İkinci Abdülhamit’in padişahlığında
Kalkıp Havana’ya giden babam. ("Yazıt”)
diye tanıştırdığı babası, uzakları yakına getirerek, çok erken yaşta onun hayal gücünü kışkırtan/ayartan bir masalcıdır: Bu satırlarda anlatılan öykü gerçek bir öykü. Cevat Çapan’ın babası Kemah’ın Pekeriç köyünde doğmuş, köyün öteki delikanlıları gibi İstanbul’a çalışmaya gitmiş, para kazanıp köyüne dönmek üzere. Ama orada kendisinden önce giden babasıyla anlaşamamış, aklına Amerikan rüyası düşmüş ve o da Amerika’ya gitmek üzere yollara düşmüş. Pire, Trablusgarp, Tunus ve Cezayir’de kalarak (bu arada Fransızca da öğrenerek) Marsilya’ya varmış. Oradan gemiyle Amerika’ya gidecek. Ama gemi onu Güney Amerika’ya Surinam’a götürmüş. Orada birkaç yıl işçi olarak çalıştıktan sonra gene işçi olarak Santiago’ya gitmiş. Santiago’dan da Havana’ya. İspanyolca öğrenmiş, kendi işini kurmuş, köydeki kardeşini okutmuş ve sonunda dönmüş yurduna, evlenmiş, 40 yaşına geldiğinde tek çocuk olan Cevat Çapan doğmuş. "Yarısını Dinlediğim Bir Masal” adlı şiirinde "Bu kez gerçek bir olayı anlatıyor eski masalcı, / gözlerinde gene binbir gecenin ayartıcılığı / körkuyular, yolculuklar, kervansaraylar, / çiçekler çizen, onları renk renk boyayan / bir ressamın son günleri anlattığı.” derken, Cevat Çapan babasının masalını sürdürmeye niyetli bir şairin arzusunu hissettirir.

Babasıyla, "sürgünlerin uzmalığı”nı yapmış, "nicedir uzaklarda” olan, "uzak dağlar, uzak kıyılar, uzak--/dillerini bilmediğ[i] yaban/insanlar arasında[n]” gelen ve oğluyla tanışmayı sabırla bekleyen bir dünya gezgini olan babasıyla, öylesine özdeşleşir ki, o sürgünün, o uzakta olmanın bütün ayrıcalıklığını, kendisi yaşamış gibi hayal eder. Ondan ancak yarısını dinlediğini düşündüğü masalı tamamlamak tutkusuyla yazıyor gibidir. Benim çok sevdiğim şiirlerinden biri olan Amerikalı şair John Berryman için yazdığı, "Kendini Yarıyolda Bırakan John Berryman’ın Anısına”da bu şairin intiharına, "aklın özgürlüğüydü senin çılgınlığın” diye değindiği şiirinin ilginç bir yönü de, Berryman’ın, kendisi gibi intihar eden babasıyla kurduğu saplantılı ilişkidir. Gerçi Cevat Çapan’ın mutlu babaoğul ilişkisinin tersidir bu ama Çapan’ın şiirlerine egemen olan başka bir duyguyu, derin anlama duygusunu barındırır. Siyasi bir sürgün olarak Sibirya’da ölen Rus şairi Osip Mandelştam ve karısı için yazdığı şiir gibi:
Sanki hep gözümün önünde
şairi götürmeye gelen siviller
birlikte geçirdiğiniz sürgün
Osip’in kestiği elmas dizeler
Nadejda’nın belleğine gömülen.
Kar altında koğuşlar, kulübeler
çalışma kampları, sanatoryum,
buzlu traversler. Sonra
nasıl yitirdiniz birbirinizi,
nerede çözüldü eller? ("Umut”)
Tarih, sanat ve edebiyat yorumunda derinlemesine anlama, özdeşleşme yeteneği çok önemlidir ve bu yetenek sürgünlük ruhunda bulunur, bu tür bir "yorumbilim” en iyi sürgünden yapılır. Uzak, yaşamın kıyısından seslenen şairin yeridir. Çapan’ın, sanki gündelik yaşamın içinden konuşur gibi seslendiği okur, bir şekilde, bu sesin kıyıda duran bir kırılganlığı gizlediğini de hisseder:
Solfasol’dan kum çekiyor şu kötü kamyon
Kasketini devirmiş uyuyor
şoförü Topal Osman.
Ekmek kurumuş, ekşimiş bakraçtaki ayran.
Zakkumlar, katırtırnakları
bir çeşit avuntu işte.
Nedense yaylaya çıktı
cümle hısım akraba. Solumda bir rüzgâr gülü
o da soldu solacak
süslediği kavruk çardağın tepesinde.
Kopsa ya içimdeki çöllerden o belâlı fırtına.
Nerdeee!
Dedim ya herkesin üstünde ölü toprağı.
..........................................................
Ben sana yazarım gene
gün kavuşurken ("Yazarım Gene”)
Gurbet ve sıla Çapan için çok güçlü duyguların metaforudur:
Sana bakıp
bütün sessizlikleri ezberleyince,
boğuk yankılarla bir sıla
bir gurbet gibi/yerleştiydi içime ("Çocuk Yüzün”)
Ama kavuşmanın, eve dönüşün lirizmi de eksik değildir:
Balkonun kapısını aç. Su ver saksıdaki çiçeğe.
Geyikli örtüyü ser masaya, dinlen biraz.
Sessizlik şaşırtmasın seni, ürkütmesin.
Ben içindeyimdir o alaca sessizliğin.
Şehrin gürültüsü dolacak az sonra odaya,
Karanlık bir yankıya dönüşecek karşı dağlarda.
("Sakın Geç Kalma Erken Gel”)
Eve dönüş deyince aklıma Cevat Çapan’ın şiirinin bir başka rengi geliyor: Konuksever bir şiirdir onunki; kimi zaman çocukluğunun geçtiği mekânlara, müthiş bir atmosfer yaratarak, buyur eder sizi:
Taşliman. Çimento fabrikası. Kimyager Nuri.
İlerde kır kahvesi. Kahveci Kara Arslan
Bahçede sarmaşıklar, sardunyalar
Kahvenin önü kumsal, deniz camgöbeği
Ben biraz da burada öğrendim kelebek yüzmeyi   
Babam her akşam burada gençleşiyor. ("Alışkanlıklar”)
Sanki bir konukmuşsunuz gibi sizi her şeyi paylaşmaya davet eden bir şiir. Bu şiirlerin personası, "bakın ben ne etkileyici, ne müthiş bir şairim,” diye üzerinize gelmez. Çok ince, çok incelikli bir şiirdir söylediği. Anlatı öğesi öne çıkar, sanki sizle sohbetteymiş gibi anlatır. Zaten Gönül ve Cevat Çapan’ın konukseverliklerini onları tanıyanlar çok iyi bilir. Evlerine her zaman gidilir, eğer evdeyseler, mutlaka sofralarına oturtulursunuz. Yemekte başkaları varsa, anında tabak ve iskemleler eklenir masaya. Yolda rastlarsınız; çoğu zaman olduğu gibi ilginç bir yere, bir konsere, bir oyuna gidiyorlardır, kolunuzdan tuttukları gibi sizi de götürürler. "Dostluk böyledir işte: /Yıllar sonra yediveren bir gül / belleğin çöllerinde.” diyerek kutsar hayatta en önem verdiği şeylerden biri olan dostluğu. İşte bu konukseverlik, cömert paylaşım, şiirlerinin duygusuna da yansımıştır. Kendine karşı ironik bakışı onu size daha da yaklaştırır: Dört arkadaşla birlikte çıkardıkları çok satmayan bir dergiden söz ederken, kendileriyle de, "mahşerin dört atlısı, dört nala gitmesek de” diye dalga geçer.

"Sonunda sana sığınıyorum, ey şiir” dediği zaman bile şiiriyle değil, çocuklarıyla ovünür:
Sonunda sana sığınıyorum,ey şiir
Rüzgârları, fırtınaları yararlı kılan,
Yaşarken güzel adlar koydum çocuklarıma,
Nigâr, Leyla, Alişan.
Kısaca, Cevat Çapan’ın şiirleriyle nefes alırsınız; onun ustalığı abartsızlığındadır.

Cevat Çapan’ın şiirlerinde uzak sözcüğüne yolculuk ve sürgünlük temaları refakat eder, demiştim. İlk şiirlerinden biri "ayrılıkların ilmini yaptım ben / sürgünlerin uzmanlığını” diye başlar. ("Kış Bitti”) Sürgünlük en klasik temasıdır edebiyatın, çünkü sürgünlüğü birçok büyük edebiyatçı tatmıştır (Ovidius’tan Dante’ye, Dante’den başta sözünü ettiğim Auerbach’a). Ayrılığı içerir elbette, "ikamete zorunlu sürgünlere ayrılmış”, "karanlık bir odada” gidenin dönüşünü bekleyen de bir tür sürgündür; "bir başka ülkede, güze doğru / bir başka sahnede” olan da, "doğanın değil, tarihin karanlığında” kaybolan da, "han odasında, geceyi yıkayan ırmağın sesi”ni dinleyen de sürgündür; şairin babasının köyü Pekeriç’te, ince bir marangoz olan, nasırlı parmaklarıyla bir cigara sararak "o bulutsuz gökyüzü, o çırpıntısız deniz, / kumsalını, kayalıklarını uzaktan görebildi[ği] ada”ya dalarak düşlerini anlatan ihtiyar da sürgündür. Sürgünün konumu mesafedir, her yere, her şeye mesafe. "Hayatta çok geç öğrendim / yolumu kaybetmeyi ormanda” diyen Walter Benjamin’in ve Benjamin’in yanı sıra, Anna Ahmatova, Nâzım, Osip Mandelstam, Güzin ve Abidin Dino’nun, Cesar Vallejo’nun, sürgün ve zulmü yaşamış ve Cevat Çapan’ın şiirlerine konu olmuş bütün sanatçıların aldığı mesafe gibi.

Cevat Çapan’ın şiirlerinden ışıyan bu tür bir sürgünlük bilincidir. Bu bilinç, göçmenlik ruhuyla, köklerini kendi kültüründe ve dünya kültüründe, o an hangi noktadaysa, onun uzağında arar. Uzak’ın duygusu dersek bu tür bir bilince, burada uzak’ın, bir nostalji, bir sıla, bir merak, bir ayrılık ve kavuşmanın ötesine geçtiğini, uzak’ın aklına vardığını söyleyebiliriz, hatta söylemeliyiz. Bu akıl, uzağın aklı, hümanist, eleştirel, hoşgörülü fakat her zaman perspektivist bir akıldır – birçok meseleye farklı açılardan bakmayı bilen, her açının hakkını teslim eden, ama aynı zamanda da kendi mesafesini, uzaklığını koruyan, gözlemin sivrilttiği, hoşgörünün yumuşattığı bir akıl. Ne fazla iyimser ne de şiddetle yargılayan:
Trenin penceresinden çekilmiş
bir resimden bakar gibi bakıyorsun dünyaya.
Dünya dersen, paçavralaşmış bir dünya:
ülkesinden kaçarken yakalanmış bir zorba
barbut atıyor çöl dekorlu
eski bir fabrika avlusunda gaddar gardiyanıyla.
Tahta perdede, afişteki yarı çıplak kızın
delikanlıya uzanan kolu yırtılmış.
Çalpara eşliğinde bir şarkıcı
dirlik düzenlik içinde bir dünyayla dalga geçiyor 
karaparaların saçıldığı karanlık gazinoda ("Hangi Son Mutlu”)
Uzağın aklı, sürgünün duyarlılığı, Cevat Çapan şiirinin sesinde, sessizliğinde, en beklenmedik bir anda "çalpara” gibi bir sözcüğün ironisinde birleşerek sizi edebiyatın en yakınına, en doğalına, en sevecenine taşır.

* * *

Bu konuşmanın temel aldığı Dön Güvercin Dön, Doğal Tarih, Sevda Yaratan, Ne Güzel Yolculuktu Aklımdan Çıkmaz, Ara Sıcak, Bana Düşlerini Anlat’tan sonra yayımlanan Su Sesi, Son Duraktan Bir Önce ve Bir Başka Coğrafyadan adlı şiir kitaplarında da Çapan şiirinde saptadığım uzaklık ve sürgün temalarının sürdüğünü gözlemledim. Bununla birlikte, bu şiirlerde artık ritm, ses, vurgu, ve duygunun Çapan şiirlerinin nerede rastlarsam rastlayayım kolayca tanımlayabileceğim öğeleri olarak yerleştiğini de hissettim.

Çapan’ın yeni şiirlerinde doğa hem daha geniş hem de daha derin bir yer kapsıyor. Mevsimleri selamlayan şiirler, "ten rengi bir kumsal” gibi betimlemelerde insan/doğa özdeşliğini yineleyen, ya da "Ney” şiirinde olduğu gibi, insanı doğaya, doğayı insana taşıyan sevecen şiirlerdir. "Rasgele,” örneğin, günbatımında, biraz da mahzun bir balıkçının aklının salt balık tutmakta olmadığını ima eden enfes bir atmosfer şiiridir:
Oysa yaşlı bir balıkçıydı şimdi kıyıdaki yangının
Alevleriyle ısınan, elindeki oltası yosunlara takılan
Çapan’ın şiirlerinde doğa deyince akla ilk kuşlar gelmeli. Yalnızca özgür oldukları ve göç ettikleri, yükseklerde oldukları halde hem hafif hem güçlü oldukları için değil, ayrılık ve kavuşmaları gerçekleştirdikleri, insan unutsa da hatırladıkları ve iyi sırdaşlık ettikleri için de:
Nasılsa kuşların ezberindedir saçaklar
boşlukta kaybolup giden martının
süzülen kanatları yansıyacak
her yağmur damlasının lekesiz aynasında
Bellek zaten ana temalardan biridir Çapan’ın şiirlerinde. Ama acıyla anımsamak Su Sesi şiirlerinde başlar, Son Duraktan Bir Önce’deki şiirlerde devam eder. "Gökkuşağının Altında” adlı şiirde gökkuşağına tezat teşkil eden "Artık hiçbir şeyim yok karanlığa katacak / kendi yanılgılarımdan başka” dizeleri örneğin. Yoğun duyarlılıkları, çok sevdiği Oğuz Atay’ın tabiriyle "gayriciddiye” almayı sever Cevat Çapan. O zaman bir sırdaşa ihtiyaç duymuş olmalı. Bünyamin bu sırdaş mı? "Dönmeyen”den: "Bünyamin, ben, dallarda suskun kuşlar / kaybolur giderdik o ağacın altında.”

Çevre ve tarih katliamına karşı dizeleri çoktur: "Yalıoba Günlüğü IV”de Assos’da yapılan ve hâlâ da devam eden barbarlığa isyan eder: "Bir zamanlar ünlü Akhileus’un yerle bir etmekle övündüğü bu toprakları / şimdi başka barbarlar yağmalıyorlar.” Çevrecidir, "Emekli Bir Çarkçıbaşı” şiirindeki gibi: "Demek dağ çileği topluyordun dönmeden, / siyanür karışmadan kaynak sularına.”

Doğanın belleği yeniden doğabilmenin gücünden kaynaklanır, insanda olmayan bir güç: "Su Sesi” bu gücü kutsar:
Önce Kar Kitabı’nda yazılıydı adları,
baharda karlar eriyince, kaybolup gittiler –
oysa doğanın ezberindeydi o adlar,
cemrelerle yeniden belirdiler
Su Sesi’nin "Belleğin Dehlizlerinde” bölümünde Son Duraktan Bir Önce’nin yaşlılık ve ölüm hüznünün habercisi şiirler var. "Alaturka” şiirindeki gibi:
Birden, hafifçe açılan kapıdan
ölüm başını uzatıyor en baştan çıkarıcı
gülüşüyle
aramıza katılmak için.
Bu da "Bir Kıyıdan”dan:
Durgun sularda ağır ağır yaklaşmak mı karaya
yoksa azgın fırtınalarla boşuna boğuşmak mıydı yaşlanmak?
Son Duraktan Bir Önce’nin baskın duygusu ölüm. Cevat Çapan’ın şiirlerinde ilk kez yolculuk ve doğa kadar ağırlıklı bu tema. "Eğer son menzilimizse gece” diye başlayan bu şiirlerde gençlik uzak, ölüm ise yakın. Bellek ise artık hırçın. Turgut Uyar’dan beklediği mektupta, örneğin, mektubun uzun olmasını diliyor ama sabit kalemi ıslatacak dil de kurumuş:
bir sabit kalem çıkar da cebinden
ıslatıp kurumuş dilinle uzun bir mektup yaz bana
haber ver geriye hiç dönmeyenlerden
Kurumuş dil sabit kalemi ıslatamayacağına göre (kaç kişi bilir artık sabit kalemlerin kuruyunca yazmayacağını?) hiç dönmeyenlerden de haber gelmeyecek demektir.

Son Duraktan Bir Önce’nin doğası da daha önce Cevat Çapan’ın şiirlerinde görmediğimiz kadar sert: Bir "İlkyaz Düşü” böyle mi biterdi tipik bir Çapan şiirinde? "Kıyıdan uzak evlerin ışıklarını gördüm gecede / dağlardan inen aç kurtların parlayan gözlerini”. Dahası o hep yenilenen güçlü doğanın yerini, güçsüzleşen bedenin simgesi olan bir doğa almış: "Yazdan Kalan” şiirinde olduğu gibi: "İnce bir yağmur soğutuyor şimdi / kararan çamların sıcak küllerini / ve külrengi bir bulut uzayıp giden”

Ama izleyen kitap iyi şeylerin de habercisidir. Bir Başka Coğrafyadan’la birlikte Çapan’ın şiirinin eski dingin iyimserliğine, "Erguvan günbatımları”na, "göz kamaştıran şafaklar”ına yeniden kavuştuğunu görürüz. Kitabın birinci bölümü ”Karanlığın İçinden” başlığını taşısa da, şiirleri aydınlıktır. Doğa gene oyuncu, neşeli ve gençtir:
Baktım pencerede bir yalıçapkını
kuyruk sallıyor erik ağacındaki
çobanaldatana.
Bellek, Bir Başka Coğrafyadan’da öteki şiir kitaplarındakinden çok daha yoğun bir temadır; bir "başka coğrafya” ise, gene öteki şiir kitaplarında da sıklıkla rastladığımız edebi belleğin coğrafyasıdır: "sanki Bebek’te, Şadırvan’dayız / Edip, Turgut ve Memet Baydur’la” derken aslında onu hiç terk etmemiş olan içgücünün edebiyattan geldiğini söyler sanki. Çevirilerini de zaten edebiyata duyduğu bu derin sevgi ve saygı beslemiştir:
Seni anadilinde yazdığın o güzel dizeleri
üvey kardeşinmişim gibi yorumlamaya çalışıyorum
kendimce
renklerini soldurmamaya çiçeklerin
Beni en çok zorlayan
soluğunun düzeni
Nasıl bir simyaysa şiir ve nasıl bir simyacıysa Cevat Çapan!


KAYNAKÇA:
Bana Düşlerini Anlat: Toplu Şiirler (1985-2005). Yapı Kredi Yayınları, 2007.
Su Sesi. Yapı Kredi Yayınları, 2013.
Son Duraktan Bir Önce. Yapı Kredi Yayınları, 2017.
Bir Başka Coğrafyadan. Yapı Kredi Yayınları, 2020.

Bellekten Bengiliğe  Oğuz Demiralp     95
Nabokov ve Çeviri  Şavkar Altınel    95